Bir zamanlar, gökkuşağının renkleriyle bezeli, büyülü bir krallık vardı. Bu krallık, “Renklerin Krallığı” olarak biliniyordu. Krallık öyle güzeldi ki, dağları yeşilin en canlı tonlarıyla örtülmüş, nehirleri berrak mavi sulardan oluşmuştu. Ağaçların yaprakları, mevsimden mevsime değişen renklerle ışıldar, çiçekler ise kırmızının, morun, sarının en güzel tonlarını sergilerdi. Gökkuşağı, krallığın gökyüzünde daima asılı durur, insanlara mutluluk ve huzur getirirdi. Bu büyülü krallığın en değerli varlığı ise, güzel ve akıllı Prenses Lila’ydı.

Prenses Lila, krallığın renklerine olan hayranlığıyla tanınırdı. Çocukluğundan beri renklerle büyülenir, her gün bahçelerde dolaşıp çiçeklerin tonlarına hayran kalırdı. Lila, renklerin her birinin özel bir anlamı olduğunu hissederdi ve her rengi ayrı bir dil gibi görürdü. Bu yüzden, büyüdükçe krallığın sırlarını öğrenmeye ve renklerin gücünü keşfetmeye başladı. Sarayın büyük kütüphanesinde saatlerce çalışır, eski yazıtları okur ve renklerin sihrini anlamaya çalışırdı.

img_8746-1 Prenses Lila ve Renklerin Krallığı Prenses Masalları

Ancak bir sabah, Lila uyandığında krallığın eski ihtişamında olmadığını fark etti. Gözlerini açar açmaz ilk dikkatini çeken şey, bahçedeki çiçeklerin solgunluğu oldu. Canlı kırmızı güller sönmüş, mor menekşeler griye dönmüştü. Gökkuşağı ise gökyüzünde artık görünmüyordu. Krallığın her yerinde bir solgunluk, bir hüzün vardı. İnsanlar renklerin kaybolmasından dolayı büyük bir üzüntü içindeydi. Lila, bunun sıradan bir doğa olayı olmadığını anladı ve hemen harekete geçti.

Sarayın bilge büyücüsü Morus’u buldu. Morus, uzun beyaz sakalı ve yaşlı gözleriyle sarayın en bilge kişisiydi. Renklerin sırrını bilen ve yıllar boyunca krallığı koruyan bir büyücüydü. Lila, Morus’a koşarak, “Ne oldu Morus? Krallık neden renklerini kaybediyor?” diye sordu. Morus, derin bir iç çekti ve raflardan eski bir kitabı çıkardı. “Krallığımızın rengi ve canlılığı, Renklerin Kalbi adlı bir taştan gelir,” dedi. “Bu taş, krallığımızın en büyük sırrı ve en önemli hazinesidir. Ancak bu taş çalındı. Eğer onu bulamazsak, krallık sonsuza dek solgun kalacak.”

Prenses Lila, krallığını kurtarmak için ne yapması gerektiğini biliyordu. Renklerin Kalbi’nin yerini öğrenmek için Morus’a sordu. Morus, taşın Karanlık Orman’ın derinliklerindeki Gölge Cadısı tarafından çalındığını söyledi. Gölge Cadısı, uzun yıllardır krallığın renklerine göz koymuş, büyü gücüyle taşın peşine düşmüştü. Lila, hiç tereddüt etmeden yola koyulmaya karar verdi.

Yanına en güvendiği dostu, beyaz atı Duman’ı aldı ve Karanlık Orman’a doğru yola çıktı. Orman, adının hakkını verircesine karanlık ve korkutucuydu. Ağaçlar gökyüzünü kapatmış, ormanın içi tamamen gölgelerle dolmuştu. Her adımda, derin bir sessizlik ve karanlık hissediliyordu. Lila, cesaretini topladı ve ilerlemeye devam etti. Ormanın içlerinde, garip sesler duyuluyordu. Gölge Cadısı’nın koruyucuları, devasa kurtlar ve gölge yaratıkları Lila’nın peşindeydi. Ancak Lila, kararlılığıyla korkusuzca ilerledi.

img_8749-1 Prenses Lila ve Renklerin Krallığı Prenses Masalları

Bir süre sonra Gölge Cadısı’nın mağarasına ulaştı. Mağaranın girişinde, büyük siyah taşlardan yapılmış bir kapı vardı. Lila, kapıyı zorlayarak içeri girdi. Mağara, karanlık büyülerle doluydu ve ortasında büyük bir tahtta Gölge Cadısı oturuyordu. Cadı, uzun siyah saçları ve kıvrılmış tırnaklarıyla korkunç bir görüntüye sahipti. “Bu cesur prenses, buraya neden gelmiş acaba?” diye sordu cadı, alaycı bir sesle. Lila, tüm cesaretini toplayarak, “Renklerin Kalbi’ni geri almak için geldim. Onu çaldın ve krallığımı karanlığa boğdun,” dedi.

img_8748-1 Prenses Lila ve Renklerin Krallığı Prenses Masalları

Cadı, bir kahkaha attı ve “Renklerin Kalbi sandığın içinde,” dedi. Ancak sandığı almak, düşündüğünden daha zor olacaktı. Sandığın etrafında güçlü bir büyü vardı ve bu büyüyü kırmak için zekâ ve cesaret gerekiyordu. Lila, cadının dikkatini dağıtarak bir plan yaptı. Taşı almaya çalıştı, ancak cadı birden ona saldırdı. Neyse ki, Lila son anda taşı kapmayı başardı ve Duman’a binerek hızla mağaradan kaçtı.

Gölge Cadısı peşinden karanlık büyülerini gönderdi, ama Lila’nın elinde tuttuğu Renklerin Kalbi’nin ışığı öylesine güçlüydü ki, cadının büyüleri boşa çıktı. Lila, hızla krallığına döndü ve taşı sarayın en yüksek kulesine yerleştirdi. Taş yerine konduğu anda, krallık bir kez daha renklendi. Gökyüzünde gökkuşağı belirdi, çiçekler yeniden canlandı, insanlar ise sevinçle doldu.

Krallık, yeniden eski ihtişamına kavuşmuştu. Halk, Prenses Lila’yı kahraman ilan etti ve o günden sonra Lila, Renklerin Kraliçesi olarak anılmaya başladı. Krallık, artık onun bilge ve cesur yönetimi altındaydı.

Son.

Bu Masalı Paylaşın: